HURŞİT GÜNEŞ TURUNCU ÇETENİN SÖZCÜSÜ MÜ?

HURŞİT GÜNEŞ TURUNCU ÇETENİN SÖZCÜSÜ MÜ? Mustafa Yıldırım
Naci Kaptan imzalı bir ileti aldım. Yalnız bana değil, çok sayıda kişiye gönderildiği anlaşılıyor.
İleti “CHP Milletvekili Hurşit Güneş
Ne Yapmak İstiyor?” başlığıyla Y-CHP Genel Başkanı’na gönderilen bir mektup.  Yer darlığı nedeniyle bazı bölümlerini kısaltarak aldım. Söz Naci Kaptan’ın:

“CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, CHP yönetimi ve Milletvekillerine
Sizlere uzunca zamandır yazıyoruz. Partinin gerçek tabanına kulaklarınızı tıkıyorsunuz!
Sayın Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye “Yeni” sıfatını yapıştırmasıyla, CHP’nin kökünden koparıldı, melezleştirildi.
Parti’ye dışarıdan bir gecede ithal edilenler, parti ilkelerine uymak yerine, partiyi geldikleri kaynağın isteklerine göre tepetaklak ettiler. ( Kılıçdaroğlu başta olmak üzere.)
– Bölücü Kürtçülüğe, siyasetçiliği elden bırakmayan din kisveli cemaat ve tarikatlara, Atatürk devrimleri karşıtlığına, federasyonculuğa yol açan “özerk yönetim” (aslında bağımsız devletçiliktir) modeline secde edilmektedir.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu,
Soros cephesinden (Quantum Yahudi Bankerler Şirketi sözcüsü Soros) kişilere selam çakıyorsunuz.
CIA bulaşığı sivil toplumculara el vermişlere, emperyalizmin yeni yetmesi “Küreselci liberalleri” baş tacı etmektesiniz.
Sırf milletvekilliği ve genel başkanlık fiyakası uğruna partiyi ve bağımsız devletimizi çürütmektesiniz! (Dersim intikamcılığı ve eyaletçiliği de cabası!)
2007’de Emniyet Genel Müdürlüğü dönemin İçişleri Bakanını bilgilendirirken “ulusalcıları” toplumsal tehdit olarak sınıflandırılmış ve terör grupları arasında saymıştı. (ABD’liler de son 30 yıldır böyle öğretmişti.)
Sayın Kılıçdaroğlu, siz ne derseniz deyiniz bize göre “Ulusalcı” olmak, ülkenin bağımsızlığına-bütünlüğüne-özgürlüğüne, ulus devlete, laik Cumhuriyete, Atatürk’ün aydınlanma devrimlerine sahip çıkmaktır.
Kesinlikle sömürüye ve ekonomik işgale, her türden emperyalist saldırıya direnmektir.
Göstermelik değil, özde yurtseverliktir!
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu,
Milletvekiliniz Hurşit Güneş diyor ki:
“Silivri’ye gitmediğimiz gün bu parti düzelecek… Listeyi delip giren savcı İlhan Cihaner’in tutumuna da çok şaşırdım. Ben onu solcu biliyordum, meğer o ulusalcıymış!”
Saldırgan Amerikan yönetiminden cesaret ödülü alan, “Öcalan’la görüşülmesi değerlidir” diyen vekillerinizle birlikte ulusal orduya saldıranların yedeğine girdiğiniz artık tartışmasızdır!
Ne mutlu sizlere Sayın Kılıçdaroğlu!
AKP Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile aynı yoldasınız!
Davutoğlu 17 Eylül 2012’de Hürriyet’te buyurmuştu ki: “Öncelikle temel tespit yapmak lazım. 19. yy ideolojisi olan ulusçuluk, Avrupa’da feodalite ile bölünmüş yapıları bir araya getirip ulus devletleri doğurdu. Bizde ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici ve suni (yapay) karşıtlıklar ve kimlikler ortaya çıkardı. Hepimizin bu ayrıştırıcı kültürle hesaplaşma zamanı geldi!” (Alman ve Amerikan tezidir.)
Sayın Kılıçdaroğlu,
Uğraşa uğraşa eriştiğiniz yücelik, işte budur! Y-CHP’niz ulusalcılık düşmanlığında AKP ile birleşmiştir.”
Naci Kaptan, mektubunu “Kaygılarımla” diyerek bitirirken bir de partiden istifa mektubu eklemiş.
Y-CHP’nin yapma muhalefetçiliğinin, göstermelik sokak ağzıyla günü geçirmesinin nedeni de Kaptan’ın belirttiği görünürde ayrılıktır! Zoraki Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun kelebek gibi oradan oraya uçup durması da bundandır.
Sözü kıvırıp durmanın sırası değil!
Derdimiz bağımsızlığın eski ocağı CHP’nin yıkılması değildir. Altan kardeşlerin, Dervişlerin, Boynerlerin YDH (Yeni Demokrasi Hareketi) artığı, ortağın çocuklarının CHP’den temizlenmesi ve yeniden bağımsızlık-özgürlük bayrağını yükseltmesidir!
Bu arada IMF Başkanı Stanley Fischer’in yakın arkadaşı Hurşit Efendi, “turuncu çetenin” gizli gündemini de bu denli kiriyle ortaya döküverdi.
Belki TESEV’ci Hurşit Efendi sayesinde TBMM divanında yer alan CHP temsilcileri de suskunluklarını yıkarlar da yüreklere umut ve güç verirler!

17 Eylül 2012  Mustafa Yıldırım

26 AĞUSTOS KURTKAYASI SÜVARİLERİ  Mustafa YILDIRIM
Büyük taarruza hazırlanılmaktadır. Mecliste de yüreklendirici konuşmalar yapılması kararlaştırılır. Hamdullah Suphi Bey, ulusal kurtuluş savaşını değerlendirirken “mukaddes cinnet” der. Türkçesi: “Kutsal çılgınlık.”
Başkumandan Mustafa Kemal, yanında oturana kızgınlıkla “Ne diyor bu?” der ve sesini yükseltir:
“Ne cinneti? Millî mücadele hesap işidir, hesap!”
Dilerseniz bu sözü de Türkçesiyle yazalım:
“Ne çılgınlığı? Ulusal savaş hesap işidir hesap!”

Mecliste Mustafa Kemal’in Başkumandanlığı’na karşı çıkanlar da çoktu. Savaşın hesaplarını çözümleyebilmek için günümüzün değme bilgisayar programları yetmez! Hem içerde hem dışarıda sürdürülen alçaklığa karşı, Meclisteki sinsi darbecilere karşı sürdürülen savaş.

Moudros anlaşmasıyla ordunun, haberleşmenin (bugünkü Telekom), demiryollarının, yurdun topraklarının ve jandarmasının teslim edilmiştir. Savaşçılara halk desteğinin neredeyse yok denecek denli azdır. Teslimiyetçilik ve ihanet önde gitmektedir.

Yokluk ve yoksullukta gecelerce ve gündüzlerce aklın yolundan ayrılmadan ince ince örülen bir savaştır Bağımsızlık Savaşı.
En kısa savaş hattında bile eldeki olanakların ve tüm koşulların hesap edildiği; her bir savaşçının, her bir merminin bile hesaplandığı savaştır.
26 Ağustos sabahına gelince: Öyle “Crazy Turks” birden şahlanmış da, öne atılmış değildir. En küçük birliğin saldırı ya da savunma yeri, sayısı, görev sınırları önceden belirlenmiştir.
Savaşçıların sayıları azdır; ama komutanları aklı başında, 20-24 yaşında gençlerdir. En kilit görevi, tam zamanında yerine getirenlere bir örnektir Kocatepe’ye birkaç Km uzaklıktaki Kurtkayası’nda savaşanlar.

KOCATEPE’NİN ÇOCUKLARI TAM ZAMANINDA

Bundan tam 11 yıl önceydi. Afyon-Çay-Akşehir yoluna çıktıktan 3 km sonra sağa (Batı) döndük. Düz ovada dağlara çıkan yola saptık.
Batıya doğru birbirinin ardına sıralanmış sivri tepeler, vadiler… Uzaklarda, karlı zirveleri görünen Sultandağı, önümüzde, yamaçlarda yılan gibi kıvrılıp yükselen yol…
Afyon çok gerilerde. Son dönemeci geçince sol yanımızda ilginç kayalar: Gökten yere atılıp da oturtulmuş ve birbirinin sırtına binmiş, birbirlerine bakarak yarılmış gibi duran, yüksek, keskin kenarlıu, dipleri yeşil-mor yosunla kaplı kızıl kayalar…
Ortalardaki en büyük kayanın tepesi tıraşlanmış gibi düz. O düzlüğe sonradan konulmuş gibi duran, kalın levha biçiminde bir başka kaya… İşte o kaya uzaktan, yere oturmuş, başını göğe kaldırmış, uluyan, kahverengi bir kurda benziyor. Bu nedenledir ki yörenin insanları o kayalığa “Kurtkayası” demişler.
Karşımızdaki tepelerin arasında, eteklere yerleşmiş, kırmızı kiremitli evleriyle Büyükkalecik. Kurtkayası’nı yüz metre geçince solumuzda düzgün duvarlı üst üste yerleşmiş üç teras. Teraslarda alçak boylu çamlar.
Yola bakan duvarda üç metreye bir buçuk metre boyutlarında bir mermer levha. Levhaya yazı oyulmuş;  26-27 Ağustos 1922’de boğazı tutan 2500 kişilik Yunan garnizonunun tel örgülerini parçalayarak, işgalcileri boğazdan Afyon’a doğru süren 8. Tümen, 131 Alay, 36. Süvari Bölüğünün öyküsü anlatıyor.
Süvarilerin görevi, 26 Ağustos 1922 sabahı Kurtkayası’ndaki tel örgülerden Büyükkalecik’e doğru yerleşmiş 2.500 kişilik Yunan garnizonuna saldırmaktır. İlk top sesinden ne bir dakika geç ne de bir dakika erken saldırmak!
Bölüğün komutanı Bayburtlu Üsteğmen (savaş sonrasında Yüzbaşı) Agah Efendidir. Kumandan yardımcısı Teğmen (Sonra Üsteğmen) Feyzullah’tır. Bölükte 150 süvari vardır.
Kumandan Agah Efendi, Kurtkayası’ndaki tel örgülere doğru atılıp geçerken vurulmuş; ama kayanın altına ilerlemiş, ince yoldan boğaza yürüdü ve işte orada, derenin üst yanında, “İleri!” diye bağırırken alnından vurulup düştü.
Destek alarak yeniden boğazı tutmaya çalışan Yunan birliğini geçirmemek için 26-27 Ağustos gecesi ve izleyen gün boyu savaşan süvariler, tepelerin yamaçlarında, çalı diplerinde toprağa düştüler.
27 Ağustos öğleden sonra yetişen 131. Alayın yardımcı güçleriyle aşağılara sürülen Yunan birliği Afyon’a doğru kovalandı.
Büyükkalecik’ten koşup gelen yaşlılar ve kadınlar, Kumandan Agah Efendi ve onun yardımcısı Feyzullah Efendi ile 100 süvariyi o yamaçta toprağa verdiler.
Daha sonraları şehitlerin künyeleri kabirlerinin başına konan ak mermerlere yazıldı. Şehit süvarilerden 16-21 yaşında olanlar çoğunluktaydı. Kırklı yaşlarında olanlar da vardı.
Şimdi terasta çamların gölgesinde, Karadenizliler, Doğu Anadolular, Halepliler, Egeliler, Akdenizliler, koyun koyuna; “Yerel tarih” safsatalarını yalanlarcasına, bu yurdun moda deyimle “coğrafya” değil, tarihin de ulusal tarih olduğunu kanıtlarcasına, yan yana, arka arkaya yatıyorlar.
En üst terasta, birkaç basamak merdivenle erişilen, dört direkli, üstleri miğfer biçimli kemerli, Selçuk mimarisinde, göğe doğru sivrilen kubbe ve kubbenin üstünde yukarı açılan küçük bir ay var. Kubbenin altında, yerde yan yana iki kabir, kabirlerin arasında bir direk. Direkte, rüzgârda dalgalanan ay yıldızlı bayrak… Kabirlerin birinin başındaki mermerde Bayburtlu Ziver Oğlu Yzb. Agah (24), ötekinin başındakinde de Sinoplu Ahmet Oğlu Feyzullah (22) yazılmış.

KURTKAYASI’NDAN KOCATEPE’YE

Büyükkalecik, çok eski bir köy olduğunu uzun yalaklı, yosun bağlamış, taş çeşmeleriyle anlatıyor. Köyün kıyısından kıvrılarak yükselen yolda ilerlerken, solumuzda, kırk adım ötedeki çeşmenin yalağından su içen kara sığırların başında 13-14 yaşlarındaki küçük çobana sesleniyorum:
“Selamünaleyküm arkadaş! Kocatepe bu yanda mı?”
Öne doğru iki adım atarak bağırıyor:
“Şu tepelerin arasından çık! Sonra yol ayrıldığında soldakine gir. Karşında, göğe doğru Kocatepe!”
“Anlaşılmıştır! Sağol!”
Kurtkayası ile Kocatepe arası 6-7 km. Bu şu anlama geliyor. Başkumandanlık’ın zirvedeki karargahı ile Yunan garnizonunun arası da 6-7 kilometreymiş. Üsteğmen Agah ve Teğmen Feyzullah Efendilerin komutasındaki süvarilerin ölümüne savaşmaları işte bu yüzden.
Kocatepe’den bakınca Hıdırlık tepesi, Afyon yönünde değil. Akarçay, uzaklarda Afyon ovasında Çay yönünde ilerliyor; daha sonra Eber gölüne dökülecek. Uşak dağları da ufukta seçiliyor.
Dağların arkasında görünmeyen tek yer İzmir. Aklında binbir hesap, Kocatepe’nin sivrisine doğru öne eğilerek yürüyen Mustafa Kemal, yüreğiyle görüyor olmalıydı Akdeniz’i.
Buz kaplıydı Kocatepe’nin eteği. Büyükkalecik Kasabası’na inerken, yine çobanımıza rastladık. Işıltılı çakır gözlerini kısarak seslendi:
“Yollarda kar vardır…”
“Evet, karlıydı yamaçlar. Adın nedir?”
“Ali Tokdemir!”
Kocatepe’ye çıkamayışımıza üzüldüğünden mi nedir, ince dudaklarını büzüyor, kaşları çatılıyor, güneş yanığı alnında iki ince çizgi beliriyor.  Yaşından büyük gösteren bir genç öğretmeni gibi:
“Karlar eriyince gel de, ben atlarla seni çıkarırım!”
Söz dinleyen bir öğrenci gibi “Olur” diyorum, “Şöyle bir iki adım git de boydan fotoğrafını çekeyim!”
Çoban Ali Tokdemir’in gözleri ışıldıyor, dudakları aralanıyor, üç adım geriliyor; sol kolunu açıyor ve elindeki değneği bir mızrak gibi yere dayayıp, başını yukarı kaldırıyor, göğsü öne çıkıyor. Deklanşöre basıyorum.
“Sağol Ali! Sen okuyor musun?”
“Ben Kuran kursuna gidiyorum!”
“Tamam Ali, baharlardan birinde geleceğim. Senin atınla Başkumandan’ın Kocatepe’sine çıkacağız!”
“Çıkalım!”
Ali’den ayrılırken içimdeki o bildik eski ses:
“Şuralarda öğretmen olmak vardı…”
Ali’nin arkadan gelen sesiyle içimdeki hesaplaşma kesiliyor:
“Yolun açık olsun!”
Aşağıdaki şehitlikte yatan 16-20 yaşlarındaki süvarileri selamlarken Başkumadan’ın Bağımsızlık Savaşının bir “çılgınlık” değil, ince hesapla kazanıldığını haykıran sesini duyuyor ve “İyi ki süvariler, akıllı ve sabırlıymışlar” diye mırıldanıyorum.
Kocatepe arkalarda kaldı. O günlerden bugünlere dönmek acı veriyor; ama boş umutlarla avunmak yerine daha çok çalışmak, çalışmak!
Telaşa gerek yok! Aklımızı kullanacağız. Yanlış yollara sapmadan yabancılardan asla medet ummadan, sabırla yürüyeceğiz ve onurlu zaferlere hazırlanacağız!
Mustafa YILDIRIM http://www.guncelmersin.com/EditorNews.asp?ID=1742

15 Eylül 2008 ve 26 Ağustos 2012